Hikayelerim
Aslıhan Elif
Aslı buradan çıkarken 'Tekrar görüşmek dileğiyle' demişti. Öyle de oldu. Tekrar görüştük. Ama çok zaman sonra, yaklaşık 3 yıl kadar. Geçen zaman o tatlı heyecanlı kızı alıp yerine durgun, hüzünlü bir kız getirmişti. Onu tek kelimeyle anlatmam gerekseydi, seçeceğim kelime 'buruk' olurdu.
Kapıyı açıp içeri girdiğinde kapı sesine doğru baktım ve bir kız gördüm. İlk an onu tanıyamadım. Uzun dalgalı saçlarını kulak hizasında kestirmiş ve oldukça siyah giyinmişti. Elinde parmaklarını eklemlerine kadar örten bir eldiven ve aynı renkte bir atkı vardı. Sigaraya iğrenerek bakan o kızın bugün üstü başı sigara kokuyordu.
Kitapların arasından "Fırat Bey!" diye seslendi. Elimdeki kitapları önemdeki rafa gelişigüzel bırakıp sesin geldiği tarafa baktım. "Aslı?"
"Biraz vaktiniz vardır umarım. Size veda etmeye geldim."
Okulunu bitirmiş ailesinin yanına Bursa'ya dönüyordu. Hayatımda daha önce bir kez görmüş olduğum bir insanın yıllardır dostuymuşum gibi bana veda etme ihtiyacı duymasını garipsemiş olsam da hoşuma gitti. Sonrasında anlayacaktım ki Aslı bana değil benim de içinde bir parça olduğum hikayesine veda etmeye gelmişti. Kara'ya, kitaplara, radyoya, bana, Ihlamur'a, bu şehre, her şeye...
"Buyur gel tabure çekelim kendimize" diyerek yayınevinin önüne oturduk. Ortamızda küçük bir sehpa vardı. Pasajın çaycısına seslendik, sehpaya iki çay bıraktı. Çayın gelmesiyle Aslı cebinden ezik büzük bir Camel paketi çıkardı, bir dal bana uzattı, bir de kendi yaktı.
Önce gündelik telaşlarımızdan, edebiyat dünyasından, yeni çıkan kitaplardan, okulu bitirmesinden ve benzeri birçok gereksiz ayrıntıdan konuştuk. Sonra ona Kara'yı sordum. Kara buraya gelip kaseti aldıktan sonra ikisini de görmemiştim. Doğrusu birkaç kez aklıma gelmişlerdi sonrasında ne oldu diye ancak pek de ilgimi çekmemişti.
Aslı cevaplamadan önce sehpanın üstündeki küllüğe sigarasını söndürdü. Ve başladı anlatmaya.
"Kara gitti."
Uzun uzun anlattı. En başından en sonuna kadar. Büyük bir dikkatle dinledim onu.
Evin yandığı gece, kendini suçlu hissetmiş olacak ki, Kara kimseye bir şey demeden çekip gitmiş. Belki evin içinde olmak istediğinden, belki geç kalmış olduğundan, belki üzüntüsünden... Kimse bilmiyordu. Aslı da bilmiyordu. O günden sonra ondan haber alamadılar. Çok aradılar, herkese sordular ama ne gören oldu ne de varlığından haberdar olan biri.
Şimdiyse Aslı türlü hayallerle geldiği bu şehre buruk bir veda ediyordu. Yarım kalan hikayesini noktalıyordu.
Vazgeçmek ne garip şey.
Kendince kurduğun tüm hayalleri bir iğneyle patlatıyorsun,
Ve bunu bizzat kendin yapıyorsun.
Yorulup kabullenmek,
'Artık gücüm yok' demek.
Garip.
Sanki onca çılgınlığı yapan sen değilmişsin gibi geri çekilmek,
Hani içindeki acıyı çıkarıp 'al bak burası acıyor' diyebileceğin kadar net hissettiğin bir şeyi görmezden gelmek.
Ağır bir yorgunluk ve hissizleşme hâli.
Anlattıkları bittiğinde sigarasını küllüğe bastırdı Aslı ve tam olarak sönmemiş olan izmaritin içten içe yanışını izledi bir süre. Sonra pasajın girişine baktı. Yağmurun sesine kulak verdi. Bir anlık sessizlikten sonra bana bakıp zoraki bir gülümsemeyle "Ben gideyim artık" dedi. Kalması için ısrar etmedim. Aslı'nın hikayesi burada bitiyordu. Belki de bitmiyordu. Belki yıllar sonra yolları tekrar kesişecek kader onlara bir şans daha tanıyacaktı, belki Kara Aslı'yı arayıp bulacaktı veya burada son bulacaktı. Bilemeyiz.
Pasajın büyük kapısına kadar onu yolcu ettikten sonra hızlı adımlarla yayınevine döndüm ve kapısını kapattım. Üstünde "AÇIK" yazan kartonun "KAPALI" yazan kısmını dışarı doğru çevirdim ve kapıyı kitledim. Kitapların arkasındaki yazıhaneme girdim. Masamın üstündeki kağıtların arasından bir tane aldım ve kalemlikten lacivert tükenmez bir kalem seçtim.
İlkokulda Türkçe dersinde kahraman bakış açısı, gözlemci bakış açısı ve ilahi bakış açısı diye bir konu vardı.
'Hocam bunlar bizim ne işimize' yarayacak diye sormuştum ve sınıftaki öğretmen beni duymamıştı.
Yıllar sonra bugün bunları yazarken sorumun cevabını aldım.
Bu hikayeyi kimin gözünden yazsam diye çok düşündüm. Adamın gözünden yazsam kızın düşüncelerini bilemezdim, kızın gözünden yazsam çok pembe olacaktı, gözlemci olarak yazsam iç dünyalarını göremeyecektim.
İlahi bakış açısını seçtim. Çünkü bu iki başına buyruk insanın düşüncelerini ben kontrol etmeseydim ne yapacakları hiç belli olmazdı.